Giriş
Allah Resulü ﷺ ilmî, siyasî ve ictimaî alanda hayatın nasıl olacağını bizzat tayin etti, kimin, hangi kimlikle, ne tür haklara sahip olacağını da belirtti. Müslüman, zimmî, müste’men (pasaportlu gayr-i müslim) kimlikleri oluştu, fukaha da müesses nizamı bu mefhumlar çerçevesinde mufassal hale getirdi.
Hevaî Ameliyeler
Ulema Müslüman çocukların bu gün olduğu gibi top ya da pop gibi hevaî ameliyeleri icra edenlere özenip onlara meyletmemesi için -insan onurunu koruma şartıyla- zimmî ya da müste’men gruptan kimin nasıl giyineceğini belirledi. Buna göre, zimmî ipek olmamak şartıyla zünnâr takacak, kıyafetiyle Müslümandan ayrılacak ayrıca cihattan muaf olmanın karşılığı olarak -kadın, çocuk, deli, bunak, kötürüm, a‘mâ, felçli, yaşlı, kazanamayan fakir, insanlar arasına karışmayan rahip dışındakiler- cizye verecekti.[ref]Meydanî, Lübâb, 2010, V, 306.[/ref] Akaid kitapları da, “Ehl-i Sünnet”i, “Ehl-i Hak” terkibiyle ifade edip, yeni neslin dalaletteki fırkalara meyline engel oldu. Batının dayatmaları neticesinde kabul edilen “ıslahat fermanı” ile “cizye” kaldırıldı, Müslümanı kâfirden temyiz eden unsurlar ibtal edildi. Böylece Müslümanlar hayatı İslam’a göre tayin iddiasından –geçici bir süre- vazgeçti.
İlim ve Fikir Yerleşkesi
Hakla bâtılın kadim mücadelesinde zaman zaman güç merkezleri değişti. Tanzimat’la başlayan bâtılın altın çağı İslam’ı kuşatma noktasında bütün zamanlardakinden daha müessirdi. Çünkü bu kuşatmanın esas amili olan İngilizler, dünya sömürü projelerini hazırlarken siyasetten eğitime kadar bâtılın geçmiş mağlubiyetlerini etraflı bir şekilde okumuş ve adımlarını bütün yaşananları dikkate alarak atmıştı. İngilizler, öncelikle Müslümanların ilim ve fikir yerleşkesine giden bütün güzergâhları ulaşıma kapattı. Batının tayin ettiği adresler Müslümanlar için mecburi istikamet oldu. Ümmet için yeni yaşam alanları, yeni oturma meclisleri belirlendi. Müslüman gençler, siyasi ve iktisadi sellerin enkaz haline dönüştürdüğü İslam mahallelerine sokulmadı. Engelleri aşıp girenlerin önemli bir bölümü de metruk yapıya hayat verecek istidattan mahrumdu. Bu yüzden Razî’yi, Beydavî’yi, Merğinânî’yi kurucu ve kurtarıcı bir akıl olarak okuyup anlayamadı. İbareye takılıp kaldı, hadisenin tefekkür ve hayata müdahale boyutuna geçip, muhalled kitaplardan aldığı ruhu İslam mahallelerine hayat veren enerjiye dönüştüremedi.
İngiliz-Amerikan Kışlasının Resmi Elbisesi: Jeans
Batı dünyayı kendine göre planladı. Yolları, yöntemleri, tedrisatı, yaşam tarzını o tayin etti. Dünya haritasını kendini merkeze koyarak çizdi; uzak doğu, yakın doğu, Ortadoğu ila ahir… Bir devleti diğerinden ayırırken ya da bir bölgenin merkezini tayin ederken Keşmir ve Bangladeş gibi yeni tartışmalı alanlar ihdas etti. Büyük bütçeli projelerle bitmeyen ulus kavgalarının zeminini hazırladı. Ekmek bulamayan insanları aç karnına İngilizce öğrenmeye zorladı. Lisanını bilim, siyaset ve sanat dili olarak kabul ettirdi. Afrika’da her bir köyü coca-cola bağımlısı yaptı. Yolla il merkezlerine bağlanamayan insanları coca-cola ile ABD’ye bağladı. Modayı ihdas edip dünyayı tek merkezden idare etti. Asyalı da, Afrikalı da İngiliz kışlasında askerlik yapan er gibi aynı jeansı giydi. Aynı şarkıyı dinledi. Televizyon ve sinemayla dünyaya kültür-sanat aşısı yaptı, gönüllü sömürgeler oluşturdu. Mülteci kamplarında yaşamaya mahkûm ettiği insanları kurduğu futbol takımlarıyla hem uyuttu, hem de katiline hayranlık duyan kalabalıklar haline getirdi.
Alt Seviye Eğitim, Üst Düzey Öz Güven
İngilizler, üniversitelerinin şarkiyat bölümlerinde doktora ve üzeri eğitim yapan ilim ajanlarıyla pek çok ilahiyat fakültesinin müfredatına müdahale etti. Baştan sona bir fıkıh metni okumayan, usûl, kavaid, makasıd ya da tefsir, hadis dersi almayan insanlara ilmi payeler dağıttı. Fıkıh bilmediği halde kendini Ebû Hanife’den daha fakih gören yığınla insan yetiştirdi. Süleymaniye, Fatih, Bâyezîd gibi bu gün pek çok akademisyenin öğrenci olarak dahi kabul edilemeyeceği ilim merkezleri yerine ibtidai düzeyde eğitim veren, buna mukabil en üst derecede öz güven aşılayan fakülteler kurdu. Bunlar vasıtasıyla ilim ve fikir bulvarlarındaki kavşak noktalarını tuttu, talebelerin türâs-ı İslam’a ulaşmasına engel oldu. Tefsir dersinde, kitapların İsrailiyâtla dolu olduğunu, hadiste on yedi tane sahih hadisin rivayet edildiğini, Ebû Hureyre’nin (radiyallahu anh) yalancı olduğunu, fıkhın dünya gerçeklerine aykırı pratikler olduğunu bu yüzden tarihi bilgiler koleksiyonu olarak algılanması gerektiğini söyledi. Televizyon kürsüsünü ihdas edip, ilgili ilim ajanlarıyla millete din olarak, “tartışmalı mevzuları” anlattı, kafa karıştırdı. Fikir imal eden bir heyet-i ilmiyyenin yetişmemesi için de her nevi ifsat çalışmasını bizzat yönetti.
Batı’nın Siyaset, Kültür ve Sanat Polisleri
Batı, kurduğu bu dünyayı koruyabilmek ve ümmetin uyanmasına mani olabilmek için tayin ettiği güzergâh dışında yürümeyi görevlendirdiği siyaset, kültür ve sanat polisleriyle engellemekten hiç ödün vermedi. Bu yüzden bir asır geçmesine rağmen Süleymaniye, Bâyezîd ve Fatih külliyeleri başta olmak üzere büyük ilim merkezlerinin yerleşkeleri hala metrûk halde. Günümüzde ne üniversite ne de imam hatip okulları o yerleşkelere girecek cesaret ve istidada sahip.
Günümüzde İtalyanlar şu kadar asır önce yaşayan Dante’yi, Fransızlar Ronsard’ı, Almanlar da Goethe’yi ilâ ahir… kendi dilleriyle okur-anlar fakat bizde bir edebiyat öğretmeni daha dün yaşayan Mehmed Akif’in, Yahya Kemal’in ibaresini lügat olmadan çözemez.
Ne durumda olduğumuzu bu tespitten daha güzel ne anlatabilir?
Tarihin hiçbir döneminde, hiçbir ilim ve fikir yerleşkesi bu kadar uzun süre kendi insanına kapalı kalmadı. Artık bu izmihlale son vermeli. Yeniden var olabilmek için önce ilim yerleşkelerimize girme, sonra da oraları ihya edecek projeleri hazırlama mecburiyetimiz var. Manzara ile münasebetimiz, bir depremde yıkılan mahallesini o halde bırakıp giden vefasız insandan farksızdır.
İlmin ve Fikrin Takipçisi Olmak
Ümmet, Moğol işgali sonrasında da geniş bir alanda hüsran yaşamıştı. İlim, fikir ve siyaset ehramımız yıkılmış, varlığımız enkaza dönüşmüştü. Kitaplar yakılmış, toplu katliamlar yapılmış, günlerce nehirler kan ve mürekkep renginde akmıştı. Fakat ulema giriş çıkış yasaklanan virane ilim yerleşkelerini terk etmedi. En zor yıllarda medrese büyük ruhlu âlimler doğurdu. Her bir âlim bir kriz masası kurup, yönetti. Yaşadığı yere dair, “Enkaz kaldırma ve hayatı İslam’a göre inşa etme planı” hazırladı, sonra bunun tatbikinde bizzat rol aldı. İlminin ve fikrinin takipçisi oldu.
Ümmete yeniden İslam’a dönme çağrısı yapan müceddid âlimler metruk İslam şehirlerine, ilim yurtlarına hayat verdi, furû kitaplarını günün ihtiyaçlarını çözecek, sokakları hayata açacak şekilde telif etti. Hâdise tam da Allah Resulü’nün ﷺ tecdid hadisinde tayin ettiği ilmi, fikri ve amelî zeminde gerçekleşti: “Muhakkak ki, Allah bu ümmete her yüzyılın başında (veya sonunda), dinini yenilemek için birini gönderir.”[ref]Ebû Davûd, ‘Avnü’l-Ma’bud şerhiyle birlikte, XI, 385.[/ref]
Kuşatma Nasıl Yarılır?
Tecdid hadisi bir müjdeden ziyade ulema için bir vazife tayinidir. Allah Resulü ﷺ her asırda fikrî ve siyasî anlamda farklı tehditlerin ortaya çıkacağını ve onlara karşı yeni menheclerin tayin edilmesi gerektiğini telkin etti. Ulema da bu vadide imal-i fikirde bulundu. Müçtehitler delil merkezli fıkıh tedrisatı yaptı. Ebû Hanife: “Neye dayanarak içtihat yaptığımızı bilmeyenlerin bizden fetva nakletmeleri caiz değil.” buyurdu. Merğinânî fıkıhtaki durağanlığı aşmak, inşa damarını tekrardan canlandırabilmek için seksen beş cilt olarak kaleme aldığı “Kifâyetü’l-Müntehî”yi daha sonra Hidâye adıyla dört ciltte özetledi. Gazzalî, Haçlı savaşları, Meşşai kuşatması ve Fatımi baskısına karşı büyük bir mücadele yürüttü. İlim-irfan yerleşkelerine yeniden itibar kazandırdı. İmam Rabbani, inşa damarının önemine dikkat çekme babında Hidâye okuyan öğrencilerin bir takım şahsi zafiyetlerine rağmen dervişlerden daha üstün olduğunu ve bu yüzden sadakanın onlara verilmesini söyledi. Allame Fenarî, İsagoci üzerine yazdığı şerhin mukaddimesine, kitaba en kısa kış günlerinden birinde sabah başlayıp onu akşam ezanıyla birlikte bitirdiğini, derc etti[ref]Fenârî, 3.[/ref] O bununla şuna işaret etti: “Bu kadar kısa zamanda telif edilen bir kitaba ya da mantık ilmine aylar tahsis ederek, talebeyi hayatı tayin edecek ilimleri okumaktan mahrum etmeyin”. Ulema kaleme aldığı şerh ve haşiye kitaplarla muhalled metinlerin yeni mütalaalarla hayatı nasıl tayin edeceğini gösterdi. Ne Ebû Hanife ne İmam Rabbanî ne de diğerleri günümüzde İslamcıların yaptığı gibi konuşup kenara çekilmedi. Yeri geldi fikir imal etti, yeri geldi fikrinin tatbikinde işçi oldu. Böylece her büyük yıkımdan sonra, kısa zamanda daha büyük ilim yapıları kuruldu.
Değişen Şartlara Göre Yeni Yöntemler
Mütefekkir âlimler zuhur eden tehditlere karşı hakkı beyan ve müdafaa yöntemlerinde zaman zaman değişikliğe gitti. Mesela, “Akaid alanına giren mevzular aynı kalma şartıyla istidlal vecihleri ve şüpheleri giderme yolları duruma göre değişir.” dendi[ref]Ramazan Efendi, Haşiye, 62.[/ref] Bu hem medreseye hem de teliflere hâkim kılındı. Bu yüzden Medine ile Kûfe’nin istidlal usulleri arasında fark vardır. Her müçtehit yaşadığı zaman ve mekânı dikkate alarak eşyaya dair hükmünü tayin etti. Eş‘arî ile Maturidî’nin kelam mesleklerinin seleften farklı olmasının arkasında da bu vardır.
Mukavemet
Tarihi süreçte İslam’ın fikrî, siyasî, içtimaî ve ahlaki tehditlere karşı ayakta kalması aynı mevzularda farklı yöntemlerle tehditlere mukavemet göstermesiyle mümkün olabilmiştir. Bu, dün nasıl Yunancadan Arapçaya aktarılan felsefi metinlere dalıp İslam’ı akliyâta entegre etmeye çalışan ya da çağa uyduran “İslamiyyûn/İslamcılar”[ref]Taftazânî, Şerhu’l-Akaid[/ref] ile olmadıysa bu gün de Batı’nın referansları üzerinden İslamî tasavvur iddiasında bulunanlarla da olmayacaktır.
Uyanış Çağından Diriliş Çağına
Mütefekkir âlimler, bütün engellemelere rağmen İngiliz sisteminin kavşak memuru olan ilim ajanlarına karşı yer yer büyük muvaffakiyetlere nail oldu. Hindistan’da Delhi’nin Diyobend kasabasında bir nar ağacının altında başlayan ilk dersle kurulan Diyobendi Medresesi büyük fakih ve muhaddisler yetiştirdi. Onlarla ilim-irfan yeniden derinlik kazandı. Enver Şah Keşmirî, Eşref Ali, Zafer Osman Tânevi gibi allameler telifleriyle İslam’ın her asrın, her nevi sorunu çözecek ilmî ve fikrî müktesebata sahip olduğunu gösterdi. İnşa damarı canlandı; Hadis mecmuaları zamanın ihtiyaçlarını çözecek şekilde yeniden şerh edildi.
Ali Haydar Efendi, tasavvuf ehramının ilim, amel, cihad ve ihlas sütunları üzerine bina edildiğini anlattı. Şeyhulislam Mustafa Sabri, gerek müsteşrik gerekse de mustağrib cephesinde üretilen her nevi şüpheyi giderdi. İmam Zahid Kevserî, kaleme aldığı eserleriyle İslam medeniyetinin uydurma rivayetlerle sarsılamayacağını gösterdi. Bediuzzaman inkâr seli önünde Risalelerle muhkem bir bend inşa eti. Şehidu’l-İslam Hasan el-Benna, “Gayemiz Allah Azze ve Celle, düsturumuz Kur’an-ı Kerîm, komutanımız Allah Resulü” diyerek ulus vadilerine savrulan İslam ümmetini yeniden aynı merkezde, aynı sancak altında toplanmaya çağırdı. Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvî, “Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti” başlığı altında, ümmetin tekrar nasıl İslam’a döneceğini anlattı. Üstad Necip Fazıl, İslamî tefekkürün esaslarını güncelledi, Batıyla mücadelenin nasıl olması gerektiğini resmetti.
İngiliz merkezli Batı cephesi için bu çok yönlü İslami hamle beklenmedik bir gelişmeydi. Bu yüzden yeni durum karşısında istedikleri çapta yeni stratejiler geliştiremediler.
Ümmet onlarca yıl önce büyük ruhlu alim ve mütefekkirlerin himmetiyle uyanış çağına girdi. Eğer içerde, Batı cephesinin gönüllü işbirlikçileri tarafından yönetilecek bir teslimiyet hamlesi olmazsa yakında uyanış çağı, yerini diriliş çağına bırakacaktır.