Bir insanın başka dünyalarda yaşayan bir insana benzeme iradesi, kendini reddetmesi, insanlığını inkâr etmesidir. Başka dünyalara benzemek, benzenilenin üst sınıf olduğunu ilan ve itiraftır.
İblis’in kurmayları, bir milletin ruh köklerinden kopartılıp çökertilmesine karar verince evvela onun içinde bir ünlüler sınıfı oluşturur. Sonra da onlar üzerinden bütün bir millete başka dünyaların yaşam tarzı dikte edilir. Her ne kadar insanlar hayran oldukları şarkıcıları, modelleri taklit ettiklerini düşünse de gerçekte onlar İblisin kurmaylarının figüranlarıdır. Mukallitler için perdenin arkası sırdır.
Düşmana Benzeyince Kaybedilen Zaferler
İnsan, imanı, fikri ve haysiyetiyle kendi olmalı, kendi kalmalıdır. Bu yüzden Allah Rasûlü (s.a.v), “Bir kavme benzeyen ondan olur.”1 buyurmuştur. Milletler, medeniyet mücadelesini harp meydanlarında yenilince değil düşmanlarına benzeyince kaybeder.
Allah Rasûlü (s.a.v), Yahudilere, Hristiyanlara2 ve Mecusilere muhalefet ediniz3 buyurarak mü’minleri, mü’mince yaşamaya ve mü’min kalmaya davet etmiştir.
Peygamber-i Ekber (s.a.v), oturmadan kalkmaya, yemeden içmeye, taharetten namaz kılmaya kadar hayatın bütün maddesini de mânasını mü’minlere göstermiştir. Babanın, hocanın, kocanın, kumandanın, devlet başkanının ufku Hz. Muhammed’dir (s.a.v). İnsanca yaşmak için Allah Rasulü’nün (s.a.v) örnekliği kâfidir.
Başka dünyaların kurucularına benzeyen Müslüman, Müslümanın sahip olduğu değerleri, gerçekleri, zevkleri, derinlikleri kaybeder.
Dini Öldürmek
Yahudi; Allah’la (c.c) savaşmanın, vahyi tahrifin ve ihanetin adıdır. Ona benzeyen, Allah’a itaatten, peygambere ittibadan, vefadan, sadakatten mahrum olur. Hristiyan ise tevhidi teslise çevirmenin, ölümlü bir varlık olan insanı tanrılaştırarak dini de öldürmenin yoludur. Hz. Îsâ (a.s) ölüyü diriltti. Yolundan gittiğini iddia edenler ise şekerden zehir yapan akreb gibi, dirilten vahyi öldürdüler.
Sülün Kuşu
Hikâye edilir ki; bir gün sülün kuşu dağda yürürken gördüğü bir kekliğin yürüyüşüne hayran kalmış; kendi yürüyüşünü terk ederek onun gibi yürümeye karar vermiş.
Uzun zaman kekliğin yürüyüşünü taklit etmesine rağmen bir türlü onun gibi yürüyememiş. Nihayet kendi yürüyüşüne dönmek istemiş lakin onu da unutuvermiş. Ne kendi gibi ne de keklik gibi yürüyebilmiş sülün kuşu. Fikirde, sanatta, harekette başka uygarlıkları taklit eden Müslümanların hâli sülün kuşundan farksızdır. Bugün ne muhteşem mazilerinden nasipleri ne de çağdaş dünyada muteber sözleri var.
Ailede Roller
Devlet, taksiye kamyon, kamyona da taksi ruhsatı vermez. Taksisini kamyona benzetmek isteyen sürücü yük taşıyamaz, yük yerine insan taşıyan kamyonda da yolcu rahat edemez. İnsan da fikren ve bedenen başka bir insana ya da cinse benzeyemez. Bu yüzden Allah Rasûlü (s.a.v) erkeklerden kadınlara, kadınlardan da erkelere benzeyenlere lanet etmiştir.4 Çünkü erkeğe benzeyen kadın anne olamaz; ninni söyleyemez, sabahlara kadara kucağında yavrusunu sallayamaz. Sofrasını kuramaz, temizliğini yapamaz. Sabah büyük bir muhabbetle giydirip mektebe gönderdiği yavrusunun yolunu akşam aşkla ve sabırla bekleyemez. Erkek de kadına benzerse koca olamaz, aileyi koruyamaz. Kadın, kadın, erkek de erkek olarak güzeldir. Bu yüzdendir, Allah Azze ve Celle insan cinsini dişi ve erkek diye iki farklı türde yaratmıştır.
Taklide Karşı İttiba
Sahâbe, başka dünyalara benzemeye karşı büyük bir direnç gösterdi. Sasani İmparatorluğu’nu tarihten silen Müslümanlar saray hayatından uzak durdu. Onlar ne direkleri altından ne de kumaşı ipekten olan çadırlara aldandı. Koca bir imparatorluğu devletine katan Hz. Ömer (r.a), Rüstem gibi taç takmadı, tahtlarda oturmadı. Halifeyle görüşmeye gelen elçiler O’nunla dev saraylarda değil bazen bir sokakta su kırbası taşırken bazen de mescitte toprak üzerinde istirahat ederken görüştü. Devlet, fukara için mükellef sofralar hazırlarken Halife Ömer ekmeğini züht ile katık yapıp yedi. Mütevâzi bir evde yaşaması, dünyanın en büyük ve en adil devletini kurmasına mâni olmadı. Sahâbe taklidin karşısına ittibâyı koydu.
Emevilerden Osmanlı’ya Taklit
Emeviler, fethettikleri beldelerdeki saraylara yerleşti. Bu yetmedi yeni saraylar yaptı, bir kısmı Kayserler gibi şatafat içerisinde yaşadı. Onlar, kendileri olma hususiyetini yetirince Allah Azze ve Celle’nin Müslümana vaad ettiği müjdelerden de mahrum oldular. Zamanla da tarihten silinip gittiler. Güç zehirlenmesine uğrayan Abbasiler de Emeviler’in âkıbetine uğradı, varken yok oldular. Osmanlı, İslâm’ın değerleriyle dirildi, büyüdü, bir fetihten diğerine koştu. Ne zaman ki, Batı’yı taklide başladı, kendinden uzaklaştı. Eşya boşluk kabul etmez: “Kendi olamayan, başkası olur.” esası çerçevesinde Osmanlı da o sendromu yaşadı. Başkasına benzeme marazı, O’nun bünyesini de kemirip çürüttü. Ulemâ, taklidin yok oluşa sürükleyeceğini görünce direndi. Şapkaya, eldivene karşı çıktı. Terakkinin pantolon ceket giyerek değil, ilimle olacağını söyledi. Bu yolda İskilipli Atıf Hoca gibi niceleri can verdi. Bütün bunlar olurken evimiz, yerimiz, yurdumuz gibi zihnimiz de işgal edildi.
Batı’nın Masalının İslâm Hakikatine Tercihi
Noel, Millet-i İslâm’ı çöküşe sürükleyen taklitle alâkalı binlerce mevzudan sadece biridir. Noel, kutlamalarına katılmak ya da miladi takvimi almak, Batı’nın bir uydurmasının, İslam hakikatine tercih edilmesi demektir. Yalnız bize mahsus bir ameliye olarak, masal hakikate galip olmuştur. Zira Hz. Îsâ’nın (a.s) doğum gününün kutlanması anlamına gelen Noel, esasında uzun bir dönem Hristiyanlıkla savaşan, daha sonra ise tahrif ettiği Hristiyanlık adına Hakla harb eden putperest Doğu Roma’ya dayanır. Batı Hristiyanlığı tarafından 25 Aralık’ta kutlanan Noel, esasında eski Roma’nın “Güneş Tanrısı Mithra”nın doğum günü kabul edilen tarihteki kutlamadır. Batı Hristiyanları tarafından 25 Aralık tarihinde yapılan kutlamaya daha sonra 1 Ocak’taki yılbaşı eğlencesi de eklenmiştir. 25 Aralık ile 6 Ocak arasındaki on iki gün kutsal ilan edilmiştir. Gerçekte ise Hz. Îsâ (a.s) ne 25 Aralık’ta ne de 6 Ocak’ta dünyaya geldi. Meryem Suresi’ndeki ayet-i kerimler O’nun yaz ayında dünya geldiğini haber vermektedir:
- ÎSÂ’NIN (a.s) DOĞUMUYLA ALÂKALI TARİHİ ÇARPITMA
Hz. Meryem (a.s), -Kilisenin iddia ettiği gibi- Hz. Îsâ’yı (a.s) bir kış ayında doğursaydı bir mağaraya gidip hurma ağacına sığınmazdı. Nitekim Kur’ân-ı Kerim, “Doğum sancısı, Meryem’i bir hurma ağacının dibine getirdi.”5 buyurmaktadır.
Yeni doğum yapan bir kadın, kış aylarında değil yaz aylarında nehir suyu içebilir. Nitekim Allah Teâlâ da yaz günü kuruyan bir nehri tekrar akar hâle getirmiştir:6 “Rabbin senin alt tarafında bir su kaynağı yaratmıştır.”7
Taze hurma kışın değil yazın olur. Nitekim Hz. Meryem’e (a.s) şöyle emredilmiştir:
وَهُزّ۪ٓي اِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَباً جَنِياًّۘ
“Hurma ağacını da kendine doğru silkele ki, üzerine taze, olgun hurma dökülsün.”8
Hristiyanların Hz. Îsâ’nın (a.s) Aralık ya da Ocak’ta doğduğunu iddia etmesinden hareketle müfessirlerin bir kısmı bu hadisenin bir keramet olduğunu, Allah Teala’nın kış günü Hz. Meryem’e yaz meyvesi ihsan ettiğini söylemiştir. Elbette ki gök sofrasının Hz. Meryem’e gelmesi büyük bir keramettir. Lakin burada hurma ağacında keramet yok, bizzat yaz gününde ağaç sallanarak dökülen hurmalar yenilmektedir.
Kışın doğum yapan kadın çok üşür. Bu yüzden ona sıcak içecekler verilir. Beline kuşaklar sarılır. Dışarda doğum yapan Hz. Meryem’e (a.s) bir kış gününde nehirden akan suyu vermek göz aydınlığı değil, hastalık sebebidir. Soğuk su yazın göz aydınlığı olur. Bu yüzden Allah Teâlâ Hz. Meryem’e (a.s) hitâben şöyle buyurmaktadır:
فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْناً
“Ye iç, gözün aydın olsun!”9
Mucize
Kur’ân-ı Kerîm’in nâzil olduğu dönemde de Hristiyanlar, Noel’i Aralık’ın sonu ile Ocak’ın başı arasında kutlamaktaydı. Yukarıda zikredilen dört âyet-i kerîme O’nun kışın değil, yazın dünyaya geldiğini haber vermektedir. Bu, bir Kur’ân mucizesidir. Esasında İncil’de Hz. Îsâ’nın (a.s) doğumuyla alâkalı ifadelere bakıldığında da O’nun yaz ayında dünyaya geldiği anlaşılmaktadır. Şöyle ki; Luka, İncil’i Hz. Îsâ (a.s) Beytülahm’da dünyaya geldiğinde bölgede olan çobanların kırlarda olduğunu haber vermektedir: “Aynı yörede, sürülerinin yanında nöbet tutarak geceyi kırlarda geçiren çobanlar vardı.”10 Çobanlar sürülerini kırlara/yaylalara kış aylarında değil, yaz aylarında götürür. Hz. Îsâ’nın doğduğu mevsimde ahırlar boş, sürüler de kırlarda olduğuna göre mevsim kış değil, yazdı.
Bir anda ortalığın aydınlanmasından korkan çobanlara melek şöyle dedi; “Kundağa sarılmış ve yemlikte yatan bir bebek bulacaksınız.”11 Hz. Meryem de kundağa sardığı yavrusunu hayvanlar yaylada olduğundan boş olan yemliğe koydu. Melekler göklere çekildikten sonra Beytülahm’e dönen çobanlar Hz. Îsâ’yı yemlikte buldu.12 Çobanlar, işitip gördüklerinin tümü için Tanrı’yı yüceltip överek geri döndüler. Her şeyi, kendilerine anlatıldığı gibi bulmuşlardı.”13
İncil’deki bu ifadeler de esasında Hz. Îsâ’nın kış günlerinde değil yaz aylarında doğduğunu göstermektedir. Ne var ki, İslâm aklıyla nurlanmaktan mahrum olan Hristiyan aklı, okuduğunu anlayamadı, baktığını göremedi. İncil’i de, İncil’e dayalı her şeyi de tahrif etti. Bu tahrif esas alınarak bir takvim belirlendi. Küffarı taklit sürecinde, Batı’nın bid‘ati İslâm hakikatine tercih edilerek İslâm takvimi terkedildi. Miladi takvim alındı.
Hülâsa
Taklit, bizi biz olmaktan mahrum bıraktı. Biz olamayınca da bize ait bereketlere, fetihlere, hamlelere de şahit olamadık. Taklit, düşünmek için yaratılan beyni işlevsiz hâle getirmektir. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerîm’in baş kitap olduğu medresede Cezerî gibi fizikçi, Birûnî gibi tıpçı, Ali Kuşçu gibi matematikçi, Bakî gibi şair, Sinan gibi mimar, Barbaros gibi asker, Kamalpaşazâde gibi âlim, Fatih gibi devlet adamı yetişti. Yüzyıl önce Kur’ân’ı yasaklayanların dünya çapında yetiştirdiği bir ilim adamı var mıdır?! Olmadı. Olamaz da, çünkü hür düşünce hür ortamlarda neşv-ü nemâ eder.
Taklit, risâleti insanlığın miladı olan Hz. Muhammed’in (s.a.v) Hicreti’ni esas alan İslâm takviminin bırakılıp, dinin putperest Roma’yla imtizâcından doğan miladî takvimi esas kabul etmektir. Bir tarafta düşünemeye çağıran, aklı olmayanın da dininin olmayacağını söyleyen, kadına anne diyen, cenneti annenin ayakları altında arayan İslâm, diğer tarafta ise aklı donduran, düşünceye gümrük uygulayan, kadının insan mı, hayvan mı olduğunu tartışan Hristiyanlık var.
Miladi takvim, tahrifle seraba batıla dönüşen Hristiyanlığın da batılıdır.
***
Noel’i kutlamak, Kilisenin yalanına İslâm’ın doğrusundan daha fazla itibar etmektir.