Erkek yalnız başına düşünüldüğünde ferttir. Diğeri olmadan kendini yıkayamayan el gibidir. Kadınla zevc/çift olur, tamama erer. Çift olarak yaratılan (Zuhruf 43/11) insan, varlık aleminin oluşturduğu o büyük bütüne tam olarak zevcesiyle katılır.
İnsanoğlunun yeryüzü hikayesi de, Hz. Adem’le Hz. Havva’nın birbirine kavuşmasıyla yani yeniden çift olmalarıyla başlar. Kavuşmayla yaşanan tanınmak, insanın tarihi kadar kadim bir ameliyedir. Ancak insanı tanıyan, marifetullaha erebilir. Bu yüzden büyük keşif, insanı idrak etmekle başlar.
Erkek, kadını Allah’ın yarattığı şekil ve suretin yanı sıra varoluş gayesiyle de tanımaya çalışır. Kadını tanıma ameliyesi o derece hassastır ki, durduğunuz yerin bir adım gerisi de bir adım ilerisi de felakettir. Çünkü bir şey haddini aşınca zıddına inkılab eder.
Erkekteki “raculiyet vasfı” kadını sadece suretiyle tanır. Bu yüzden suret eskiyince kadına karşı duyulan muhabbet de zail olur. Zihin ise onu var oluş gayesiyle tanıyıp anlamak ister. Zihne muhatab olan kadın;
Bir işaret bir misal
Ayrılık remzi visal
Allah’a yol bir timsal’dir.
Sadece şekil ve suret itibariyle tanınan kadın ise;
Dipsiz hasrete tuzak
En yakınken en uzak
Tadı zehrinde erzak’tır.
Erkek için kadın bir ufuktur. Şekil ve sureti malum olan bir ufuk… Bu zaviyeden bakıldığında kadın, bulunduğunda ya da o erkeği bulduğunda aslında ortada bulunan bir şey yoktur. Sadece Allah’ı bulmaya memur olan insan bununla bulmanın nasıl bir ameliye olduğunu öğrenir. O halde kadın, erkek; erkek de kadın için bulunan değil, neyin nasıl bulunacağını gösteren bir kılavuzdur.
O kılavuza uyan kişi, suretin yalancı ufkundan varoluşun sahici ufkuna ulaşır. Kadını olması gerektiği şekilde tanıyan mümin, marifetullaha nail olur. İşte tam bu noktada seyr-i ilallah başlar. İnsan, seyir esnasında yeryüzü değerlerinden azat olur. Buna gerçek hürriyet diyoruz. Hür olanlar Bekâ makamında Hakk’a kul olur. Sonra Beka’dan maddi âleme dönüş başlar ve insan, seyr-i fil-eşya makamında eşyaya hükmetme istidadına kavuşur.
Evet gerçek anlamda kulluk yürüyüşü, seyr-i ilellah ile başlar. Bu yüzdendir ki bazı velilerin ilahi aşkı anlatan muhalled eserlerinin arka planında, bir kadın muhabbeti olduğu rivayet edilir. Veli, kadının yolda sadece bir menzil olduğunu görür ve onun suretini ufuk zannetmenin bir algı yanılması olduğunu ya da idrak zafiyetinden kaynaklandığını anlar. Bunun içindir ki Büyük Doğu Mimarı şöyle der;
Bir ufuk ki ne Mecnun varabildi ne Ferhat
Bir ufuk ki ilahi sırrı bekleyen Serhat.
O halde aşık için ufuk, ne Şirin ne de Leyla’dır. Ufuk bütün bir kainatı kuşatan İlahi sırdır. Bu yüzden ölümüne haftalar kala Üstat Necip Fazıl şu itirafta bulunur;
Kadından kendisinde olmayanı isteriz.
Hasret yerinde kalır ve biz çekip gideriz.
Erkek kulluğun hakikatine erince yakinen anlar ki bulduğunu zannettiği kadın izafi bir buluştur. Bunun için ölürken geride bıraktığı yılları som hasret olarak niteler.
***
Erkeği marifetullaha taşıyan kadının adı Aişe’dir, Esma’dır, Zeynep’tir, Fatima’dır (radiyallahuanhunne). Onu, imanla yoğrulan siretiyle Hakk’a ulaştıran kadın eştir. Farklı zamanlarda, farklı şehirlerde, farklı ülkelerde yaşasa da Allah Azze ve Celle’ye hep aynı yakınlıktadır.