Çocuk konuşmaya “anne” diyerek başlar, ilk anneyle cümleler kurar. Düştüğünde, acıktığında, başını bir yere çarptığında hep “anne” diye ağlar. Uyanıp onu evde bulamadığında elbisesine koşar, sarılır, “Nerede annem?” demekten aciz olduğunda sorularını yine “anne” diye sorar.
Anne güneş gibidir, ısıtır içini çocuğun. Yansa da yakmaz yavrusunu. Çocuğun dünyası annesini görünce aydınlanır, annesinin gidişiyle kararır. Anne yoksa güneş bile karanlıktır çocuğun gözünde. Anne, çocuğun hem kucağı hem kahramanıdır. O yokken, var olanların hepsi “yok”tur. Varlık annenin varlığı, yokluk onun yokluğudur. Bu yüzden annesi ölen bir çocuk kalabalıklar içinde yalnız, kardeşleri içinde garip, sorunlar karşısında çaresizdir. Arkadaşları oyun alanlarına koşarken, o annesinin mezarına sığınır.
Çocuklar bilirim, hastalanan annesinin baş ucunda bekleyen, o ağladığında ağlayan, sevindiğinde sevinen, eteğine tutunup yürüyen, “Haydi!” diyene yüzünü çevirip “Annem yoksa asla gelmem” dercesine omuz silken çocuklar… Yerde sürünürken, ayağa kalkmak için bir şeye tutunurken geriye dönüp “annem arkamda mı?” diye bakan çocuklar bilirim.
Büyür çocuklar; Ahmet baba, Fatıma anne olur. Lakin Fatıma “anne” olduğunda da, annesinin küçük kızı olarak yaşar. Daraldığında, yorulduğunda, hakaretlere maruz kaldığında annesine koşar, içini annesine açar, şifayı annesinin sözlerinde arar. Ayağını annesinin izine basar, bir şeye karar verirken annesinin sözlerini hatırlar, nasihatlerini duyar, gözleri dolar. Anne yaşlansa da sözleri hep ter u taze kalır kızının zihninde.
Kız çocuğunun halavetini bilen Anneler, Allah Azze ve Celle’den, “Kızım da olsun Ya Rabbi!” diye niyazda bulunur. Kız, anneye, anne kızına yaslanır; dağ gibi sorunları birbirine tutunarak aşarlar. Anne kızın, kız da annenin dert ortağıdır. Kız, hayatı ondan öğrenir; çareleri onun tecrübesinde arar.
Anne, İslam zırhının “eskidiğini” düşününce, modern zaman fitnesi onu da vurdu. Artık pek çok çarşaflı, feraceli annenin “mektepli kızı”, nasihat eden annesine, “Anne bir sussan!” diyor. Susuyor anne, sustu anne, karardı dünya, dağıldı aile. Kız, psikiyatrist sözünü annenin nasihatinden üstün tutunca, dünyadaki Cennetini kaybetti. Eşiyle arasında zuhur eden sorunu cahil gördüğü annesine değil, doktoralı arkadaşına sordu, o da, “Ayrıl kızım! Ayol ayrılmak için hala ne bekliyorsun! Sen onun sofrasını kurmak için mi okudun?!” dedi ve ayrıldı.
Artık kızlar için anne sözü deniz gibi berrak, Kudüs gibi kutsal, güneş gibi sıcak değil. Çünkü her şeyimiz İslam’dı, onu kaybettik. Evet, İslam’dı bizi ayakta tutan, insan yapan, umut aşılayan… “O eskidi, yenilenmeli. Eğer bu olmazsa yeni ideolocyalar edinmeli, yeni tanrılar önünde eğilmeli, camide değil yeni ayinlerde poz vermeli!” deyince fıtrat bozuldu, ruhun muvazenesi dağıldı. İslam güneş gibiydi, yenilenmez, yenilerdi. Onu eskidi kabul edince, eskidi herşeyimiz. Batı’nın eskileri yeni göründü bize ve artık ne güneş buzları eritiyor ne de deniz kederlerimizi alıp enginlere gömüyor.
Telefonda ağlayan çarşaflı bir anne şöyle diyordu: “Hocam! Kızım haya abidesiydi; konuşurken ifadeler boğazında kristalleşir, bakışlarında iffetin izleri okunurdu. Her ifadesinde, her adımında Allah’ın rızasını öncelerdi. O benim geleceğim, Ahiret sermayemdi. Cahil kalmasın, dinini öğrensin diye onu mektebe gönderdim, bağda bahçede çalıştım, süt, peynir yapıp sattım, bütün bunları o okusun diye yaptım. Ne yoruldum, ne usandım, ne de ‘Ben kızımın kölesi miyim?’ dedim. Onun tesettürlü hali, hayası bütün kederlerimi alır götürürdü. Gözümün nuruydu kızım. Ne var ki rıhtımdan uzaklaşan bir gemi gibi kızım da okudukça uzaklaştıktı benden. Nasihatlerimi önümde diz çöküp dinleyen yavrum gitti, karşımda ayak ayak üstüne atıp oturan, bakışlarıyla benimle istihza eden bir İslamcı sosyete geldi. Babasının yanında erkelerle konuşan bir kız var artık karşımda. Soğan, sarımsak satarak okuttuğum yavrumun gözünde ben, ‘geçmişe takılıp kalan bir kadınım’ artık. Onu anlamam için kurtulmam gerekirmiş beni Müslüman kılan değerlerden. Bütün bunlar olurken kızım fakülteyi bitirdi. Eve dönecek, yine eski günler başlayacak derken telefonum çaldı. Kızım, ‘Anne! Müjde, sınavı kazandım, master için ABD’ye gidiyorum!’ dedi. Artık birbirimizden o kadar uzaktık ki benim hayatımı karartan cümleler, onun için müjdeli haberler olmuştu. Vedalaşmak için aradığında, ‘Kızım yalnız başına bir kadın olarak ABD’ye nasıl gidersin, bu caiz mi?’ dediğimde, ‘Madem gidemezdim, niçin beni bir başıma Anadolu’dan İstanbul’a okumaya gönderdin. Caizliğine gelince, artık ben de hocayım, hocalar çıplak kadınlarla program yapıyor, fakülteye getirip ‘Buyur ders anlat’ diyor günah olmuyor da, ilim için ABD’ye gitmem mi günah? Hala eskilere takılıp kalma anne!’ dedi, telefonu kapattı.
Yıllarca yollarını gözledim, ağlaya ağlaya gözlerim kurudu. Masterden sonra doktoraya başladı, babası ya da kardeşi olmadan köyden şehre inmeyen kızım bir ülkeden diğerine vur ha vur seyahatler yaptı. Hayatında ne tesettür, ne mahremiyet kaldı. ‘Kızım yaşın otuz beşe geldi, köyden arkadaşlarının gelinlik çağa gelen kızları var. Artık sen de evlensen’ dediğimde, ‘Anne ben bilim kadını olacağım, diyorum sense beni bulaşık yıkamaya, çocuk yapmaya, evde bebek bakıcısı olmaya çağırıyorsun!’ dedi. Nihayet biriyle tanıştı, anlaştı; bize de, ‘Gelin, nişanım var’ dedi, gittik. Bizi beğenmiyordu lakin eşiyle soyadımız üzerine pazarlık yaptı. ‘Bu benim kimliğim’ dedi, damat da kabul etti, anlaştılar, davetiyeye çift soyad yazdılar. Kızım dört isimli oldu; iki isim, iki de soyad… Her şeye rağmen, ‘bir ailesi var’ diye sevindim. Geçen gün telefonum çaldı, ‘Anne ayrıldık, artık özgürüm’ dedi.Kızımın tekrar eski hale gelmesi için Kur’an-ı Kerim’den hangi duaları okusam hocam?” diye soran anneye dedim ki: “Kur’an-ı Kerim’e göre yaşamadıktan sonra dua niyetine bütün ayetleri okusan ne çare!” Zira, Kur’an-ı Kerim, hayatı Kur’an’a göre okuyanların dilinde derde şifa olur.
Çarşaflı ananın mektepli kızı boşandıktan sonra siyasete girmiş, politikacı olmuş, adamlar madamlar kapısında bekler, önünde el bağlarmış… O da mozolenin önünde… Çarşaflı ananın kızı büyük devrimci femisint de olmuş. Annesi Hacı Bayram’da, o mozolede niyazda bulunurmuş… Geçenlerde büyük bir cemaatle yine mozeleye gitmiş, daraldığında, poz vermek istediğinde soluğu mozolede alır, kadına seçme ve seçilme hakkı veren iradeyi tebcil ve tazim edermiş.
Çarşaflı anaların tesettürü bez parçasına çeviren kızları, kadını açan, adını değiştirip Kazanlı ‘Satı’yı, ‘Bayan Hatı’ yaptıktan sonra Meclise alan iradeyi mozolede tebcil edip, ‘Ey Ulu İrade! Geç de olsa devrimlerin bizleri de şereflendirdi, kıyafet inkılabın kutlu olsun! Devrimlerinin sadık birer neferi olacağımıza, yüce huzurunda and içeriz!’ demiş…
* * *
Çarşaflı anne, Hacı Bayram’da, küçükken kaybettiği kızını arıyor…
İslam’ın Kızı! Sen anne ol, Kitab’a sarıl, Peygamber-i Ekber’e ﷻ râm ol, Ahiret sermayen olan kızını vitrin malzemesi olarak görenlere aldanma! Okut kızını lakin tesettürünü ve mahremiyetini çiğnetmeden, Hacı Bayram’dan koparmadan yap yapacaklarını… Yap ki, kızın “anne” olunca da, “annem” deyip izinden gelsin.