Mustafa Sabri Efendi zaman olarak ahire, tefekkür ve ilim olarak ise kadim zamanlara mensuptu. Zalimlere meydan okuyan yönüyle asrının İz b. Abdisselam’ıydı. Hayatın her şubesinde mücadele etti, hakikat namına beyanda bulundu. Yirmi iki yaşında Fatih Medresesi dersiâmları arasına katıldı. Mehmed Zihni Efendi gibi allamelerin takdirine muhatap oldu. İslam’a kayıtsız şartsız bağlılığı önce ittihatçıların sonra da Kemalistlerin gazabını üzerine çekti. İstanbul’da ittihatçılara, Mısır’da Abduh başta olmak üzere Meraği, Ferid Vecdi gibi yenilikçilere karşı durdu, reddiyeler kaleme aldı. Fikrinin takipçisi oldu.
Zindanda Yazılan Reddiye
Sahte kahramanlar bir gölge gibi peşinden gitti. Çarşamba’da Molla Murat Kütüphanesi yanındaki evine İttihatçılar bir gece baskın yapınca yandaki eve geçerek kurtulabildi(1913). Gemiyle Mısır’a intikal etti. Orada bir müddet kaldıktan sonra sırasıyla Bosna’ya ardından Paris’e gitti. Bir müddet Romanya’da kaldı (Müferrih b. Süleyman el-Kavsî, Mustafa Sabrî, 2006, 136). Romanya’da sahipsiz kalan Müslümanları imkân nispetinde bir araya getirdi. Onlara usûl ve belağat okuttu. Tutuklandı, Tatar asıllı baş müftü Salih Efendi’nin ricası üzerine hapiste Musa Carullah’a reddiye yazdı. İnce kâğıtlar üzerine telif ettiği eserini ibrik içerisinde sakladı, zayi olmaması için ibriği sürekli yanında taşıdı. İstanbul’a götürüldü. İdamla yargılandı. Bilecik’e sürgün edildi.
Vahdeddin’e Rica
İstiklal mücadelesinin bidayetinde, mücadelenin liderini tayini noktasında Sultan Vahdettin’e saatlerce ricada bulundu. Ne var ki tembihatı dikkate alınmadı. Maalesef ki her şey yazdığı gibi oldu. “Saltanat giderse yerine yenisi ikame edilir fakat İslam sarsılırsa yerine yenisi gelemez.” dedi, fakat kimselere anlatamadı.
Açlık ve Satılan Kitaplar
Kemalistler tarafından oğlu İbrahim’le birlikte 150’likler listesine alındı, 1922’de tutuklanacağı sırada Sultan Vahdeddin’le İstanbul’dan ikinci defa ayrılmak zorunda kaldı. Bir gemiyle İskenderiye’ye gitti. Ankara’nın emriyle hareket eden konsolosun maharetiyle rıhtımda toplanan ayak takımı tarafından çürük yumurta ve domates yağmuruna tutuldu. Kahire sokaklarında sözlü sataşmalara muhatab oldu, müstağrib gazeteciler tarafından alaya alındı. Önce dersiâmlık maaşı kesildi (1924), ardından da vatandaşlıktan çıkarıldı (el-Kavsî, a.g.e., 135). Bu süre zarfında açlık çekti. Kitaplarını satmak zorunda kaldı. Fakat hakikati beyan vazifesinden ödün vermedi.
Yarın Gazetesi
Mısır’dan sınırdışı edileceği sırada Mekke’ye gitti. Şerif Hüseyin’in kendi üzerinden ümmeti vesayet altına alma planını fark edince her nevi yardım teklifini reddederek Mekke’den ayrıldı. Tekrar Romanya’ya döndü. Oradan beş yıl kalacağı Gümülcine’ye geçti. Yarın gazetesini çıkardı. Türkiye’deki hadiseleri tahlil ve tenkit ettiği gazeteden Kemalistler rahatsız oldu. Yunan Hükümet başkanı Venizelos Türkiye’ye davet edildi. İstiklal mücadelesinin üzerinden henüz birkaç yıl geçmişti ki, Sabri Efendi teyakkuzu, ilgilileri eski düşmanla dostluk iklimine taşıdı. Ona dair anlaşma yapıldı. Anlaşmaya göre gazetenin yayını durdurulacak, Mustafa Sabri’de Yunanistan’dan çıkarılacaktı (el-Kavsî, a.g.e., 118). Anlaşma maddeleri vakit geçirilmeden yürürlüğe kondu. Gazetenin yayını durduruldu. Gümülcine valisi, şehri terketmesi için Mustafa Sabri Efendi’ye tebligatta bulundu. Patras’a gönderildi. Geldiğini öğrenen Hristiyan din adamları yollara dökülüp onu istikbal etti (el-Kavsî, a.g.e., 146).
Hristiyan Mezarlığına Defnedilme Endişesi
Aylarca Patras’ta kaldı. Elem duydu, acı çekti. Orada vefat edip Hristiyan makberine defnedilmekten endişelendi. Bunun için Osmanlı Parlamentosu’ndan tanıdığı Müslüman dostlarına hatta İslam devletlerinin başkanlarına kendisine vize vermeleri için defalarca mektup yazdı, ricada bulundu. Ne var ki Ankara’nın baskısıyla bütün kapılar yüzüne kapatıldı. 1932’de Mısır Konsolosundan vize aldı ve bir daha dönmemek üzere bu ülkeye gitti (el-Kavsî, a.g.e., 147-8).
Hasan el-Bennâ
Mustafa Sabri Efendi küfrün İslam’a karşı yürüttüğü çok cepheli, ilim, fikir ve siyaset muharebesinin en ön safında yer aldı. Kalemi Allah yolunda çekilmiş bir kılıç gibiydi. Mevkıf ’ul Akl, küfür selleri önünde bina edilen muazzam bir bentti. Hem müdafaa etti hem beyanda bulundu. Mustağrib ve musta‘mir bloğa ağır darbeler indirdi.
Muhammed Heykel, “Hayat-u Muhammed” i yazıp mucizeleri inkâr edince, Mısır uleması kendisine gelip, “Eserde felsefi bahisler var, biz reddiye yazarsak tam çürütemeyebiliriz, bunu sizden bekliyoruz.” deyince, “el-Kavlu’l-Fasl”ı kaleme aldı. Fakat eseri basmaya parası yoktu. Hadiseden haberdar olan Şehidu’l-İslam Hasan el-Benna ziyaretine gidip kitabı basmasını, iki yüz adedi de kendisinin alacağını söyledi.
Muhammed Abduh
Sahte kahramanlara ve onlara aldananlara içerlendi. Muhammed Abduh’un kıymet ölçüsünü tayin ederken şöyle dedi: “Şurada gözünün önünde duran Mekke’ye ömründe bir defa gidemedi fakat yılda iki defa Paris’e gitti.”
Gandi Ve Şeyhulislam
Suffe ashabı gibi izzetli yaşadı. Fakrını izmar, izzetini izhâr etti. Dünya basınının Gandi’nin İngilizlerin Hindistan politikasını protesto için başlattığı açlık grevine odaklandığı günlerde kendi haliyle Gandi’yi kıyas etti. O varlıkta, kendisi ise yoklukta oruç tutuyordu. Ayrıca Gandi’nin orucu bütün insanların dilinde, onun Allah yolunda tuttuğu orucu ise sadece kendisi biliyordu (Ebû Gudde, Safahât, 228-9). Gandi için ağlayan, fakat evinde ekmek bulamayan Şeyhülislam’dan habersiz yaşayan ümmet adına hüzünlendi. Sözsüz ve sessiz bir ızdırab içinde ruhunu gurbette Rabbine teslim etti (1954).
“Yüksek Dünyanıza Lanet Ederim.”
Modernistlerin ümmeti içinden çıkılmaz bir anafora sürüklediğini yüksek sesle duyurdu: “… Ben Müslümanların maddeten ve ahlâken inhitatını ve belki kısmen iflasını inkâr edenlerden ve buna çare olacak uyanış ve teceddüt yollarının önüne set çekmek isteyenlerden değilim. Ancak buna çare olacak diye açıktan veya gizliden İslam dininin tahrip veya tahrif edilmesine lüzum görülürse o zaman ben, Müslümanların bu sefalette kalmalarını haklarında daha hayırlı görürüm.”
“… Müslümanların mesut bir dünya yüzüne çıkmasını vicdanî samimiyetimle arzu ettiğim hâlde dinimizin üzerine basarak erişebileceğimiz yüksek dünyanıza lanet ederim. Biz o yüksek dünyaya çıktığımız zaman İslamiyet de ona sımsıkı sarılan elimizle başımızın üstünde hürmetle bulunmalıdır. Hem bu şekilde hareket edersek yükseleceğimiz yere çıkarken bizliğimizi de beraber götürmüş olacağımızdan muvaffakiyet daha ziyade kesindir. Aksini yaparsak daha yükselme hareketinde melezleşmiş olan bizler, çıkacağımız noktaya ulaşmadan kuvvetimizi kaybetmiş olacağımız gibi, olmaz ya, arzumuzun en üst mertebesine yükselmek mümkün olsa bile, o yükselenler artık biz değil, bizden tenasüh etmiş başkalarıdır. Bize yabancı olan o insanların dünyalık saadetlerine çalışmak borcumuz olmadığı gibi ahiretteki mesuliyetlerine iştirak etmek de hiç işimize gelmez.”
HT
Geçen aylarda HT adındaki bir gazete Mustafa Sabri Efendi hakkında ısmarlama olduğu her yönüyle zahir olan bir haber yaptı. “Habertürk 87 yıllık gizli belgeye ulaştı!” başlığıyla duyurulan yalanın hulasası, “Şeyhülislam, Papa’dan hilafetin kurulması için yardım istedi.” şeklindeydi. HT’nin uydurma haberini ciddiye alanlar ya da almak isteyenler, “Milli mücadele düşmanı olan Şeyhülislam, Papa’ya yaslandı.” diye müzahrefat kustu. Bu hususta gizli bir belgeye ulaştığını iddia eden yönetmen ya da ilgili o derece hadiseye yabancıydı ki, Şeyhülislam’ın adının olduğu yere Muhammed Zahid Kevseri’nin resmini koydu.
Şerif Hüseyin’in aşırı ilgisinin, İngilizler adına Onun üzerinden ümmeti vesayet altına alma hamlesi olduğunu fark edince, Hicaz’dan ayrılan, bu süreçte açlık çeken, kitaplarını satmak zorunda kalan, Patras’taki zorunlu ikametinde Hıristiyan mezarlığına gömülme endişesiyle ağlayıp Cenab-ı Hak’ka niyazda bulunan, fakrını izmar, izzetini izhar eden Şeyhulislam’a atılan bu son iftira, umud ederiz ki bazı Müslümanların fasid ameliyelerine mesnet teşkil etsin diye yapılmamıştır.
İade-i İtibar
İhanetin her nevisine misal olabilecek insanlara iade-i itibar yapıldı. Mustafa Sabri Efendi ise hâlâ maznunlar listesinde.
Her şeye rağmen biz onu İfam’da muteberler listesinin üst tarafına yazdık. Hani eğer “Serahsî”nin yanında bana âlim denmesinden hayâ ediyorum.” demeseydi, müçtehit ve müceddit âlimler kadrosundan hemen sonra gelen “mütefekkir âlimler cemaati”nin en başına yazardık adını.
Anadolu Onu Selamlıyor
Yılbaşı gecesi memleketi Tokat’taydım. Spor salonunu lebalep dolduran cemaati, “mücahit ve mütefekkir âlim Mustafa Sabri Efendi’nin manevi evlatları” diye selamladım. Gördüm ki Ona karşı fevkalade bir alaka vardı. Zira konuşmanın en fazla rağbet gören ifadesi onunla alakalı olan bu cümleydi.
Sahte Kahramanlar
Artık sahte kahramanlar çağının sonuna doğru geldik. Yakında İslam çağı başlayacak. O zaman Şeyhülislam’ın Allah Azze ve Celle’ye gönderdiği fakat tersi dönmüş ahmakların “papaya gönderilen mektup” diye haber yaptığı niyaz cümleleri karşılık bulacak. Mustafa Kemal’e mi yoksa milli mücadeleye mi karşı olduğu ortaya çıkacak(el-Kavsî, a.g.e., 117). Onu, Kemalist nazarla değerlendirip Milli mücadele muarızı olarak gösteren DİA’da kendini tashihe mecbur kalacak (DİA, Mustafa Sabri, XXXI).
Yakında Şeyhulislam adına muhteşem bir iade-i itibar merasimi yapılacak. En önemli eseri Mevkıfu’l-Akl başta olmak üzere bütün kitapları millet evlatlarının irfan dünyasına kazandırılacak. İzzetin ne olduğu, mütefekkirin fikrine nasıl sahip çıkacağı, açlığın âlimi dilenci yapamayacağı onun şahsında yeniden abideleşecek. Ey Koca Şeyhulislam! Hani, “Dinle Ey Mısır!” demiştin ya. Şimdi de, “Dinle Ey Anadolu, dinle Ey Âlem-i İslam!” de. Zira Anadolu seni dinlemeye hazırlanıyor. Söz de sizde, ilim de. Buyurunuz Efendim.
(Hüküm Dergisi 4. Sayı / Nisan 2013)