YAĞMUR SEMADAN, NUR DOĞUDAN GELİR
TİLLO VE ÜSTAD MOLLA BURHANEDDİN
İslam isârı, yani kişiye başkalarını kendine tercih etmeyi emreder. Kimi canıyla kimi de malıyla isârda bulunur. Miraç’tan tekrar Mekke’ye o çile dolu hayatı yaşamaya dönen Allah Rasûlü ﷺ ise isârı en üst perdede temsil eder. Zaruri ihtiyaçları dışında bütün zamanlarını ilme ayıran, kendi rızalarıyla “fakr”ı ihtiyar eden ulema da, insanlık adına isârda bulundu, dünyaya kapalı, Allah Azze ve Celle’ye açık medreselerine çekilip medeniyetin devam ve bekasının rüknü oldular. Yaşadıkları şehirlerde insanlar yatsıyı kılıp uykuya çekildiklerinde onlar ilerleyen yaşlarına rağmen rahlelerinin başında kalıp, mütalaya devam ettiler. Talebeleri, “Hocam! istirahate çekilseniz.” dediğinde, “Bu şehirde, ‘biz uyusak da şu medreselerde insanların sorunlarını çözebilmek için sabaha kadar kitapları başında çalışan alimler var.’ diyen insanların itimadına ihanet edemeyiz” deyip, bir kaç saatlik uykuyla iktifa ettiler. Ulema, ilim ve ameli hem Allah’a kulluk, hem de İs
lam’ın hayata tatbik ve tayininde muhafızlık olarak telakki etti. Gündüz ders, gece mütalaa ve telifle meşgul olan Rabbanî alimler, ilme adanmış hayatları içinde yemeğe ayrılan zamanı tezevvük vakti değil, tekeffül anı olarak gördü. Bu noktada İbn Ebî Hatim er-Razî şöyle der, “Arkadaşlarla Mısır’da iken yedi ay sıcak çorba içmedik. Gündüzleri şeyhlerin ders halkalarını dolaşıyor, geceleri de müsveddelerimizi istinsah ediyor ve mukabelede bulunuyorduk. Birgün bir arkadaşımla bir şeyhe uğramıştık ki, oradakiler halime bakarak, “Bu, hasta!” dediler. Oradan ayrıldıktan sonra yolumuz üzerinde bir balık gördük, hoşumuza gitti, onu satın aldık. Eve vardığımızda bir şeyhin ders saati gelmişti. Balığı hazırlama imkanı bulamadan, çıkıp derse gittik. Böylece üç gün balığı pişirme fırsatı bulamadık. Balık kokmaya yüz tutmuştu, onu kızartmak için birine verecek kadar boş anımız olmadığı halde balığı çiğ çiğ yedik.” İbn Ebî Hatîm bu hali kıymetlendirirken şöyle der, “Bedenin rahatıyla ilim elde edilemez” İlimden yana yaptıkları fedakarlıkların neticesi olarak Allah Teala ulemanın ömrüne bereket ihsan etti. Riyazi açıdan bakıldığında yaşadıkları zamana sığmayacak oranda eser telif etti, talebe yetiştirdiler. Bu manada 38 yıllık hayatına(1848-1886) yüzlerce talebe yetiştirmenin yanında, aralarında et-Ta’lîķu’l-Mümecced gibi İmam Malik’in Muvatta’sının İmam Muhammed rivayeti üzerine üç ciltlik şerh, İmam Merginani’nin Hidaye’si üzerine 8 ciltlik çalışma gibi hacimli eserlerin de olduğu yüz yirmi kitap sığdıran Abdulhay el-Leknevî, 55 yıllık ömrüne( 450-505) fıkıh, kelam, mantık, tasavvuf ve hikemiyat alanında yazılan onlarca eser sığdıran İmam Gazzali bu yolda bedenlerine hiç acımadı. Talebelikte açlık, hocalıkta uykusuzluk çektiler lakin “yorulduk” demediler. Bu yüzden pek çoğu İmam Nevevî gibi erken yaşta ayrıldı dünyadan. Lakin geride bir kaç asır yaşayan bir alimin ömrüne sığdırabileceği çapta kitaplar bıraktılar. Medreselerini evleri, talebelerini de manevi evlatları olarak gören alimlerin bir bölümü haftada bir gün (genelde Cuma) ailesinin yanına giderken, sair gün ve gecelerde talebe içerisinde kalmış, kimi ise ilmi evliliğe tercih ederek bütün zamanını medresesinde geçirmiştir. Fedakar alimlerin medreseleri yaşadıkları dönemlerin ilim üssü, irfan merkezi olarak hizmet görmüş daralan da, fetvaya ihtiyacı olan da, çocuklarını okutma arzusunda olanlar da onlara başvurmuştur. Onlar dağlar gibi muhkem ve muhteşem halleriyle yönünü arayan insanlara istikameti göstermişlerdir. Süleymaniye, Beyazıt ve Fatih Medreseleri asırlarca bu çerçevede hizmet vermiş, bilge devlet adamları, alim, şair ve mütefekkirler yetiştirmiştir.
İslam tarihinde, ilmin kurumsal çatı altında sahih bir şekilde insanlara ulaşmasını temin eden medreselerin yanında bir de “tabii medrese” konumunda olan medreseleşen beldeler vardır. Bu tabii medreselerin bir kısmı gözlerden ırak olduğundan, kimi de kesret içerisinde saklı kaldığından avam mevcudiyetlerinden haberdar, irfanlarından nasibdar olamadı. Onlardan sadece ilme aşık olanlar istifade edebildi.
Birlerin Binler Olduğu İlim Merkezi: Tillo Medresesi
Tabii medreselerin en önemlilerinden biri olan Tillo, Şeyh Kasım el-Bağdadî(Arvasî) Hazretleri’nin ifadesi ile bağrında 12 bin veliyi barındıran mübarek bir beldedir. Geçen yüzyılda Mustafa Sabrileri, Zahidu’l-Kevserileri, Ali Haydar Efendileri yetiştiren Osmanlı Medreselerinin kapatılması bu ilim beldesini kümbetler arasında yükselen bir Kubbe-i Hadra konumuna yükseltmiş, varlığını daha da belirgin hale getirmiştir. Müslümanlar medreselerin kapatılmasına, ulemanın asılmasına ağladığı yıllarda dünyaya gelen Molla Burhaneddin, gün batımında Ümmet’e gün doğumunun müjdesini verdi. İlme talib, ulemaya halef oldu. Molla Cami’ye kadar Molla Halil’de okudu. Ondan hem ilim aldı, hem ilmin amel ve ihlas kalıbında nasıl neş u nema bulacağını müşahede etti. Daha sonra hayatında derin izler bırakan Molla Abdulhakim’in ders halkasına katıldı. Molla Cami’den sonraki dersleri
onda okudu. 1958 yılında hocası “Git okutmaya başla!” dediğinde 17-18 yaşındaydı. Emre uydu, Tillo’ya gitti. Talebeler Kürtçe konuşuyor, onunsa Kürtçesi yok, Türkçesi de zayıftı. Fakat “Kudema yürü evladım, vazife senindir.” demişti, onların himmetiyle “Bismillah” diyerek başladı. 1958 yılında 18 yaşında genç bir hocanın kurduğu medreseye dair Üstad şunları söylemektedir, “İlim, amel ve ihlas abidesi olan Hocam Molla Abdulhakim 1958 yılında tamamdır, ders okutmaya git diye beni görevlendirdi. Bir Ağustos ayında Tillo’ya geldim. O yıllarda burada büyük alimler de vardı. Medrese için mekan ararken, bir zât çıktı, bir oda gösterdi, ‘Burada okutur musun?’ dedi. Memnuniyetle kabul ettim. Gösterilen yer, 6 metrekarelik bir odaydı. Yere bir hasır serdik, bir kaç talebeyle derse başladık.” 1958’ten bu güne onlarca yıl geçti. Zamanla o küçük oda büyüdü, Külliyeye döndü. Oradan yüzlerce talebe yetişti. Birler, bin oldu Türkiye’ye dağıldı. Gittikleri yerlere Tillo’nun ruhunu ve ilmi müktesebatını taşıdı. Osmanlı zamanında Erzurum, Kayseri, Sivas, Konya gibi medreseleriyle ünlü şehirlerde ulema kurulan darağaçaları ve eğitim programıyla -maalesef ki tarihi bir değer oldu, hayattan tecrit edildi. Bu vilayetlere göre daha doğuya düşen Nurşin ve Ohin büyük baskılara rağmen ilmi müesseselerini bir oranda muhafaza edebildi. Bu yüzden İslami ilimleri okuyacak talebelerin uğrak yeri oldular.
Nasıl ilim Mekke ve Medine’den, Şam, Küfe, Bağdat ve Mısır’a oradan da Horasan ve Maveraunnehr’e intikal ettiyse, büyük alimlerin vefatı ve yerlerinin doldurulamamasıyla doğuda da ilim zamanla Tillo’ya intikal etti. Üstad’ın bereketli çalışmalarıyla Tillo İslamî ilimlerde merkez konumuna geldi. Tillo’dan icazet alıp kudemanın ders halkalarına katılanlar ibare okuduklarında öyle ilgi uyandırdılar ki, ulema, “Talebeleri böyleyse hocaları nasıldır?” diye Tillo’ya gitti. Muhammed Ali Sabunî, Muhammed Alevî, Şey Ubeydullah gibi alimler medreseyi ziyaret etti. Hepsinde şu kanaat hasıl oldu, “Tillo’da ilimden önce akide, edeb ve ahlak öğretilmekte.” Kudema gibi Tillo’nun ve Üstad’ında da fakr-u zaruret zamanları oldu. 1980’lerde talebe zeytini sayıyla, çayı kurayla alırdı. Fakat buna rağmen ne Üstad’ın, ne talebelerinin iradesinde bir kırılma olmadı. İstanbul’dan biri, “Sana burada büyük bir medrese yapayım ve her nev’i masrafı tekeffül edeyim.” teklifinde bulunduğunda, O “Bana İstanbul’u verseniz, bütün şehri Tillo’daki iki odalı medreseme tercih etmem. Dersimizin bereketi Tilloda’dır.” dedi.
“Dün de Talib-i İlimdim Bugün de”
İlim, bir nehir gibidir. Sürekli akarsa yosun tutmaz. Ulema da sürekli okumalı, mütalaa etmeli, hem yeni sorunları takip etmeli, hem de yeni çıkan kitapları imkan
nisbetinde almalı. Aksi takdirde talebenin önünde duramaz, sorulara mukni ve müdellel cevaplar veremez. Belli bir noktadan sonra ders okutamaz. Alimin talebeliği bitmez. Bu yüzden onlar için hiç değişmeyen ünvan talib-i ilim olmaktır. Üstad’ın şu ifadeleri Tillo’nun merkez olmasının da sırrını ifşa ediyor, “Burada yaşlandım, ömrüm bu derslerle geçti. Fakat ilk günkü zevkim ve aşkımdan hiçbir şey kaybetmedim. Yine her derste aynı heyacanı yaşıyorum. 1958’de talebeydim, bugün de talebeyim. O gün de, bugün de mütalaa ve müzakere ediyorum. Mütalaa etmeden ders okutmam.” Üstad’ın ders halkası yoklukta bulunan büyük varı temsil ediyor. Derin nükteler ve kelimelerin cümlelere ve manalara ilham kaynağı olması derslerin ne derece seviyeli olduğunu göstermektedir. Derslerini dinleyenler, halkasında yer alanlar “Bu topraklarda sanki ilimde hiç fetret yaşanmamış.” demekten kendilerini alamadılar. Öğrencinin kabiliyetine göre kısalıp uzayabilen tedrisat, muhalled usulde olduğu gibi kitap bitirmeye dayalıdır. Tillo’da alet ilimlerinin kapsamlı bir şekilde okutulması, bunlar esas alınarak telif edilen Tefsir, Hadis, Fıkıh gibi âli ilimlerin müellifin muradına uygun bir şekilde anlaşılmasını temin etmektedir. Bu zaviyeden bakıldığında Tillo ile dünyanın en esaslı ilim merkezi
Diyobend Dâru’l-Ulûm arasında bir benzerlik var. Üstad’ın açtığı bu yol maksad ve muradına münasip bir tarzda yarınlara taşınabilirse Tillo’da da Diyobend gibi büyük müellifler elbettte yetişecektir.
Niçin Tillo?
Tillo, halefle selefin en barışık olduğu nadir beldelerden birisidir. Orada İslam, bütün unsurlarıyla yaşanmakta, namsız nişansız hocalar hasbi bir şekilde büyük vazifeler îfa etmektedir. Üstad, dünü ve bugünüyle Tillo’yu anlatırken şöyle demektedir: “Kardeşim bu Tillo çok mübarek, bereketli bir yerdir. Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra en faziletli belde burasıdır. Fakat bir kitapta gördüm, Yemen’de de Tillo gibi bir yer var. Belki Tillo ile orası aynı derecededir.”
Tillo ve Mücahidiye Medresesi
Tillo, rektörü, fakültesi, anfisi olmayan, adı konmadık bir üniversite. Yerin altı, yerin üstünden daha zengin. Fakat yerin üstündekiler, iman, ilim, edeb ve ahlaklarıyla yerin altındakilerin yolunda yürüyor. Tillo’ya vazifesi ve yetiştirdiği talebeleri itibariyle bakıldığında üniversiteden öte bir dâru’l-ulûm konumunda. Bu toprakları, ilmî ve medenî birikimiyle buluşturan muasır bir ilim ve irfan köprüsü. Tufanın vuramadığı muhkem bir irşat kalesi.
Hocalar
Medresede, Mevlana Molla Cami’nin İbn Hacib’in Kâfiye’si üzerine yazdığı “el-Fevâidu’z-Ziyaiyye” adlı meşhur şerhe kadar okutulan “sıra kitapları” üstadın halkasında diz çöküp icazet alan müderrisler tarafından okutulmakta daha sonra ise talebe bizzat üstattan ders okuyup istifade etmektedir.
Bir Alimin 24 Saati
Üstad’la 24 saat bir arada kalan Allah yoluna “adanan” bir hayatla, memur olarak “atanan” bir hayat arasındaki farkı basit bir nazarla idrak eder. Onun bütün hayatı iki oda arasında… Birinde ders okutuyor, diğerinde ise misafirleri için sofra kuruyor, bir köşesindeki yer yatağında da birkaç saat dinleniyor. Sabah dokuzda başlayan dersleri akşam 23.00’te bitiyor. Her gün yirmiden fazla ders okutuyor. 23.00’ten sonra 01.00’e kadar ise yeni günde okutacağı dersleri mütalaa etmekte. Gece 01.00 gibi istirahate çekiliyor, bir miktar uykudan sonra teheccüt ve sabah namazı için kalkıyor.
Yeni Hâl
Medrese’nin sarf, nahiv ve mantık alanında yoğunlaştığı, bu cihetle şer’i ilimlerden mahrum kaldığı yönündeki tenkitleri kökünden halledecek değişiklikler de var Tillo’da. Uzun zaman önce başlayan Kütüb-i Sitte dersleri devam ediyor. İkindi sonrası okunan derse Cami ve üstü kitapları okuyan talebelerle hocalar da iştirak etmekte. Bu derslerle alakalı şunu söylemek yerinde olur: Bir çok beldede çok sayıda alimin ders halkasına katıldım. Malum halkalarda bildik tarzda sened tahlili ve fıkhu’l-hadis yapılır. Üstad’ın Arap Dili’ne olan derin vukufiyeti Esrâru’l-Arabiyye noktasında “talebeye” farklı ufuklar açmakta, fıkhu’l-lüga yapmalarına imkan sağlamaktadır.
Ziyaretler
Medrese, Üstad’ın duasını almak ya da ona fetva sormak için gelen ziyaretçilerin uğrak yeridir. Üstad, misafirleri mütebessim bir çehreyle ağırlar, sorulara mukni cevaplar verir, ardında da onlara, “Kardeşim müsaade ederseniz ders okuyabilir miyiz?” deyip odada bekleyen halkanın dersini okutur. Hayatta maniler bitmez. Lakin Tillo’da hiç bir şey derse mani olamaz.
Peygamber Muhabbeti
Üstad’ın Allah Rasûlü’nün Sünnet’ine tam bir ittibası, asârına karşı da fart-ı muhabbeti var. Bu yüzden Efendimiz’in muazzez soyundan gelenlere karşı ayrı bir ihtimam gösterir. Sofrasının baş köşesinde onlara yer ayırır. Mutlaka sofrasında seyyitlerden biri olur. Odasında Yemen bölgesinde yaşayan seyitlere ait resimleri özel bir bölmede muhafaza ediyor. Allah Rasûlü’nün “lıhye-i şerif”i için medresenin son katında özel bir oda tefriş ettirdi. İçerisinde sadece “lihye-i şerif” olan bu oda, Kadir Gecesi ve Bay
ram gibi mübarek gün ve gecelerde açılır. Odanın giriş kapısının üzerinde “Essalât-u ve’s-selâm-u aleyke yâ Seyyidenâ yâ Rasûlellâh” ibaresinin yazılı olduğu bir levha var. Kapının her iki yanında ise Abdulhamid Han’ın kaleme aldığı ve Ravza-i Mutahhara’nın kıble cihetine yazdırdığı daha sonraki yönetim tarafından bazı beyitleri silinen natın tamamı yer almakta.
Has Oda
Tillo’da küçücük bir oda, bir halı ve bir de rahle… Bu köklü medresenin ilmi ve fikri muhtevası o odada karılıyor. Üstad bu mütevazi odada yıllardır durmadan, usanmadan, yorulmadan ders okutmakta.
İçeride Üstad Necip Fazıl’ın, “Dünyaya kapalı Allah’a açık” ifadesinin “Hakke’l-Yakîn” tecellisi var. Oda öylesine cezbedici ki, insanın içinden her şeyi terk edip orada bir köşede daimi olarak kalmak geçiyor. Odadaki tek köşeyi kaplayan kütüphane kitapla dolu. Tamamı Arapça olan eserler arasında 2008 yılındaki ziyaretimde -görebildiğim kadarıyla- İnkişaf’tan başka latin harfleriyle kaleme alınan çalışma yoktu. Hocası’nın hocasına ait has odada kendi kaleminden çıkan yazıları havi bir mecmuayı görmek “talebe” için teşvik vesilesidir. Ben bunu şöyle anladım, “İhsan! Dersine, okumaya, yazmaya devam edersen bir şeyler olacak.”.
İnsanların alakasını çekebilmek için tezyinatla meşgul olanlar bu odaya bir defa edeble girseler görürler ki, keramet süste, nakışta ya da tefrişatta değil, mekana değer veren zattadır. Bu yüzden “Şerefu’l-mekan bi’l-mekîn” demiş kudema.
Edep
Medresede edeb, ilimden önce gelir. “Elif”ten “Yâ”ya; “Emsile”den “Feraiz”e edeptir medrese. Talebe, Allah’a, Rasûlü’ne, hocaya ve kitaba karşı edebi büyüklerinin söz ve amelinde duyarak, görerek öğrenir. Oturmada, kalkmada, yürümede hep edeb vardır. Derse oturmak, kitabı taşımak, hocayla konuşmak hep edebe namzettir. Hocalarının ilmine olduğu gibi edebine de varis olan Üstad, kendi gibi müeddeb talebeler yetiştirdi. Edebi satırlardan, sadırlara aktarmanın nasıl olduğunu merak edenler Tillo’ya giderlerse bu noktada çok şey öğrenirler. Zira her bir talebe haliyle, en az bir kitap hacminde edebi tarif etmekte, edebi anlatmaktadır. Ders halkasında, “Başının üzerinde kuş varmış gibi müeddeb bir halde duran talebeler ders esnasında farklı bir surete bürünür ve hocalarıyla teatiyi efkarda bulunur, gerektiğinde ibare ya da ifadeye itiraz ederler. İslam ilim geleneğindeki ibare, ifade hürriyeti orada bütün renkleriyle varlığını muhafaza etmekte. Muhterem Muhammed Savaş Hocam’ın ifade buyurduğu gibi, dumanını doğru tüttürdükten sonra talebe ibareyi dilediği gibi okuyabilir. Lakin dumanını doğru tüttürecek yani nahvî gerekçeleri hevaya değil, kitaba dayanacak.
Çile
Hayatın yazı gibi, kışı da vardır. Gün, bazen nimetle, bazen de nikmetle gelir. Kışlar yani çile dolu günler Üstad’ın hayatında küçümsenmeyecek bir zamana tekabül etmekte. Lakin dünyanın mihnet yeri olduğunu bilen mümin nazarında bütün sıkıntılar, tarihi süreçteki birkaç basit nokta hükmündedir. Üstad, sıkıntıların üzerine geldiği zamanlarda da ilmin hatırını korudu, “Ah edip inlemedi, ağyarı esrarından agâh eylemedi.”. Hz. Yakub gibi gam ve kederini sadece Allah’a arz etti. Ülkenin ve bölgenin durumundan kaynaklanan mihnetlere maruz kaldığında, sızlanmadı, Ya Rabbi lütfun da hoş, kahrın da hoş, deyip kulluk vazifesine devam etti. Üstad’ın Ümmet, devlet muhabbeti birilerini rahatsız etti. 1971 muhtırasında muhbirler devreye girdi Molla Bedreddin, Molla Muhammed, Üstad, Molla Salahaddin, Hafız Taha’nın evleri bir gece çok sayıda asker tarafından sarıldı, arandı. Bir kısmı tutuklandı. Molla Bedreddin Osmaniye’ye, Hafız Taha Antep’e tayin edildi. Üstad’ın sürgün emri ise son anda durduruldu. Onu en iyi anlaması gerekenler de bazen karşısında oldu. 28 Şubat sürecinde bütün müslümanlar gibi o da sıkıntılar çekti. İrtica’nın merkezi olarak görünen Medrese’si cuntacı zihniyet tarafından sürekli rahatsız edildi. Tazyikin tahammül edilemez bir noktaya ulaştığı günlerde Üstad’ın talebelerinden biri rüyasında medreseyi büyük bir okyanusta dalgalar arasında ölüm kalım mücadelesi veren bir gemi suretinde görür. Gemi, batmak üzere iken ortaya çıkan nur yüz
lü bir zât güverteye postekisini serip üzerine oturur. Onun oturmasıyla birlikte fırtına durur, gemi normal bir şekilde seyrine devam der. Bu zâta kim olduğu sorulduğunda Mevlana Halid-i Bağdadî Hazretleri’nin halifelerinden Taha Hakkari olduğunu söyler. Üstad bu rüyayı anlattıktan sonra şöyle dedi, “Elhamdulillah. Tillo mübarek bir yerdir. Çok feyizli bir beldedir. Bütün bunlar Tillo’nun değerini göstermektedir. Bereket Tillo’dadır. Burası Allah Teala’nın himayesindedir kardeşim! Bu rüyadan sonra bizi rahatsız eden kişiler bir daha gelmedi.” Üstad hadiseyi ve onunla alakalı rüyayı anlattıktan sonra Müslümanı mürteci, İslam’ı irtica olarak görenlere dair olan bahsi şu dua cümlesi ile noktaladı, “Allah Teala onları da ıslah eylesin!”
Yakın Çevre
Mala, mülke dayalı muhabbetler, malın, mülkün zâil olmasıyla biter. İmana dayanan birliktelikler ise Dünya’dan Ahiret’e intikal eder. Bu yüzden Müminler dualarında, “Bizi Ahiret’te Efendimiz’in sancağı altında -burada olduğu gibi- haşr-u cem’ eyle Ya Rabbi!” diye dua eder. Salihler Hakk’a da, dosta da vefalıdır. Her halde hamd eder, her şartta şükrederler. Allah için sever, Allah için buğz ederler. Üstad’ın yakın çevresinde de muhabbet, uhuvvet ve vefa abidesi zâtlar var. Onlar uhuvvette birbiriyle öyle bütünleşmişler ki adeta “bünyanûn marsûs” olmuşlar, birini görünce diğerini hatırlarsınız. Şeyh Müşerref, Ebu’l-Berekât Muhammed Bedruddin, Hafız Taha ve diğerleri…
Pervari’li Şeyh Müşerref Hazretleri vefat edeli hayli bir zaman oldu. Yıllar önce İhsan Süreyya Sırma Hoca’ya onun Arapça divanından bahsedince, “Ben Pervari’denim. Üstad benim hocamdır. O derece muhît bir alimdi ki Irak’tan hocalar ona fetva sormaya gelirlerdi.” demişti. Mahkemelerin çözemediği davaları o çözer, aşiretler arasında sulhu o sağlardı. Hem veli, hem alim bir zattı. Son yolculuğunda mahşeri bir kalabalık oldu. Üstad, cenazesinde yaptığı konuşmada, “Çok alim gördüm. Lakin Şeyh Müşerref gibi adıyla böylesine bütünleşenini görmedim.” demişti. Ebdeu’l-Beyân Tefsiri’nin müellifi Molla Bedreddin’le (d. 1925) Üstad arasında 14 yaş var. O, sıra kitaplarının neredeyse ilklerinden sayılan İzzi’yi okurken Molla Bedreddin icazet almıştı. Molla Bedreddin medreseye henüz alışan, istikbalde ise yakın dostu olacak Burhaneddin’e Arapça bir dörtlükte iltifatta bulunur. Üstad o gün itibariyle ne demek istediğini anlayamaz. Ağabeyi konumundaki Molla Bedreddin’i, ticaretle uğraşan babasına götürür. Merhum pederi oğlunu ilme teşvik eden genç alimi hediyelerle mükafatlandırır. Zamanla Molla Bedreddin’le, Molla Burhaneddin arasında öylesine bir uhuvvet oluşur ki, muhatapları, aynı zamanda, aynı bölgede yaşayan iki alim arasında böyle bir muhabbet nadirattandır demekten kendilerini alamaz. Üstad, Cuma namazlarını Siirt Merkez’de Molla Bedreddin’in camisinde onun arkasında kılardı. İkisi arkadaştı. Lakin Molla Burhaneddin Hocamız yaştan gelen fark hasebiyle ihtiramı hiç ihlal etmedi. Bir me
rasimde icazet okurken Molla Bedreddin’in alnında beliren terleri bizzat Molla Burhaneddin Hocamız sildi. Üstad bir meselede müşkili olduğunda telefon açıp onunla istişare eder, hasbihal için bazen o Siirt’e gider, bazen de Molla Bedreddin Hocamız Tillo’ya gelirdi. Hac ve Umre’de onları hep aynı safta, aynı yerde görürdünüz. Lakin şimdilerde Molla Bedreddin Hocamız rahatsız olduğundan Üstad seyahatlere kadîm dostu Hafız Taha ile gitmekte. Hafız Taha hem Hoca, hem Hakk aşığı bir zât… Üstad, Tillo’nun ulema ve meşayıh, o ise abitler ve zakirler silsilesine halef… Üstad’la münasebetini en güzel “nedim”i kelimesi anlatabilir. “Dost” kelimesinin tarifini bu ikili arasındaki muhabbetten daha güzel hiç bir şey ifade edemez. Her yıl hacca ve umreye birlikte giderler. Bu muhteşem ikiliyi Harem-i Şerif’te ya namaz kılarken veya Kur’an-ı Kerim okurken görmüşümdür. Tillo’da vaktinin önemli bir bölümünü tedrisata ayıran Üstad, Hicaz’da ise neredeyse zamanın tamamını ibadete hasr eder.
Hulâsa
Tillo, İsmail Fakirullah, İbrahim Hakkı, Şeyh Hamza el-Kebîr gibi ömürlerini Ümmet’in kurtuluş davasına adayan veliler diyarı… Bu yüzden Üstad, Tillo’nun bir ilim ve irfan merkezi olmasını kıymetlendirirken, “Bu hizmetler zahiren bize ait olsa da hakikatte Tillo’nun büyüklerinin bereketidir. Siirt’e gitsem buradaki hizmeti yapamam.” der. Tillo’da yerin altıyla yerin üstü arasında kopmayan bir irtibat var. İsmail Fakirullah da, İbrahim Hak
kı Hazretleri de ruhaniyetleriyle orada hala yaşıyor. Tillo’yu ilim merkezi yapan da selefle halefin bu sılasıdır. Tillo, bugünü dünle, modern zamanı kudemanın yaşadığı o muhteşem asırlarla bütünleştiriyor. Müslümanlar yenilse de, İslam yenilmedi, yenilmez, diyor. Kaht-ı ricalin dayanılmaz bir noktaya ulaştığı çağımızda Tillo’da bir allame moderniteye karşı kanatlarını germiş Nahiv’de İbn Hişam’ın, Mantık’ta Molla Fenarî’nin, Şafi fıkhında İmam Nevevî’nin hayrulhalefi olarak Ümmet’in evlatlarına “çıkış yolunu” gösteriyor; onları İslam’a sahip çıkmaya davet ediyor. Üstad’ın müslüman gençlere hitaben söylediği şu cümleler vasiyyeti hükmünde, “Kardeşlerim! Hak’la Batıl’ın birbirine karıştığı ahir zamanda az da olsa salih alimler vardır. Onları bulun, onların ilminden, irfanından beslenin. Ehl-i Sünnet’e sahip çıkın. Ondan başka bütün yolları reddedin. Her kitabı okumayın. İtikatla alakalı mevzulara dair Risaile-i Nur’u okuyabilirsiniz. İslam’ı -başka bir gaye için değil- yaşamak için okuyun. Okuduklarınızı mutlaka hayatınıza tatbik edin. Bu milleti birleştiren en güçlü rabıta İslam’dır. Uhuvvet-i İslamiyye’yi esas alın. İslam kardeşliği zahiri bütün uhuvvetlerden daha üstündür. Akide, edeb ve ahlakınızla temayüz edin.” Dünya ve Ahiret’te en büyük servetim talebelerimdir diyen bu allamenin -talebesi vasıtasıyla- bizi de talebeleri kadrosuna katan Allah Azze ve Celle’ye nâmütenahi hamd-u senalar olsun.