HAKK’A VUSLAT, ÜMMET’E SILADIR BAYRAM
Gün doğar, yeryüzünü kaplayan karanlık örtü zail olur; zulmet gider, nur gelir, gözler güneşin ziyasıyla çiçeği, çimeni görür. Oruç da güneş gibi bir nurdur; Varlığımızı örten karanlık noktaları aydınlatır.
İnsan oruçla arınır, arındıkça özgürleşir; nefsanî kayıtlardan kurtulur. Binbir ilaha köle insan, oruçla sadece Allah’a kul olur. En uzak gurbetler oruçla vuslata döner.
Her iftar, özgür ruhların müebbed gün doğumuna biraz daha yaklaşmasıdır. Bayram sabahı ruh aydınlanır, ufukta tek nokta karanlık kalmaz. Her beldede, her yaştan müslümanın katılımıyla camilerde, namazgahlarda büyük ictimalar olur ve gün boyu Ramazan mektebi mezunlarına iman, irade, ve takva belgeleri dağıtılır. Bu yüzden her müstakîm mümin kemalât için bir Ramazan, bir Bayram bekler.
Ramazan Menzili
Allah Rasûlü de Receb ayı girdiğinde, Ramazan menziline varabilmek için, Allahım! Receb ve Şaban’ı bizim hakkımızda mübarek kıl, bizleri Ramazan-ı şerife de ulaştır.” diye niyazda bulunurdu. Kadim zamanlardan beri minarelere asılan, “Hoş geldin ya şehr-i ramazan!” mahyaları da bu varışın şükrünü îfa edebilmek içindir.
Ruhun Gurbeti
Ramazan “En Sevgili”ye doğru bir seyir halidir. Bayramsa ona varıştır. Bu yüzden sâlik/yolcu, Bayramda seyir müddetinde yaşadıklarını geride bırakmanın hüznünü yaşar. Bu, mutlak hüzündür. Eğer sâlik seyr halinde yaşadığı sahur bereketini, iftar sofrasında bekleyişini, saf saf olup teravihle Rabbi’ne yönelişini, mukabelelerdeki halini, her hasenatın yüzlerce sevapla kıymetlendirildiği mübarek anlardaki sair ibadetlerini belli semboller olarak anlayıp eda ettiyse Bayram, Ramazan’dan ayrılış olur. Ruh tekrar gurbete düşer. Bu ise, içerisinde hüsran olan bir hüzündür.
Rabbe Likâ, Dosta Sıla
Bayram’da Rabbe “likâ”, dosta “sıla” ile sevinen Müslüman, İslâm coğrafyasının farklı noktalarından gelen ağıtlarla sevincin onlarca katı bir hüzün de yaşar. Çocuklara, ağlayan annelere, “Kadir Gecesi”nde işgal altındaki İslam Şehirlerindeki camilerde ve sokaklarda yaşanan Müslüman katliamlarına hayıflanır. Direniş cephelerinden an be an dünyaya geçilen, “Bu ümmet Yaratan ve Yöneten bir Allah’a iman etti, bunun için bedel ödemeye hazırdır” mesajlarıyla teselli bulur.
Serabâ Huzur
Bayramın diğer yüzü ise serabâ surûrdur. Çünkü Bayramda Müslümanlar hürriyetin en güzel muştularını söyler. Orucun küfre ve her nevi öfkeye karşı kalkan olup koruduğu ruh, oruçla güvende olur. Zira ruh, Cennet’in kapılarının sonuna kadar açıldığı, cehenneminkilerin kapandığı, şeytanların zincire vurulduğu bir ayın muhkem surları içindedir.
Dârulaceze’de Merhamet, Arakan’da Kardeşlik
Bütün uzuvlarla tutulan bir Ramazan sonrası yaşanan bayram; Süleymaniye’de ihtişam, Dârulaceze’de merhamet, Arakan’da kardeşlik, Şam’da sabır, Türkistan’dan Mağrib’e uzanan coğrafyada ise yeniden ümmet olmayı arzulamaktır. Yani Bayram, İslâm’ın olmayı emrettiği her noktada onun tayin ettiği ölçüler dahilinde inisiyatif almaktır.
Kadın Erkek Herkes Musallada
Bayram sabahı yeryüzü, en doğudan başlayarak batıya doğru güneş karşısında bir meşhed gibi açılan namaz saflarına ve Müslüman sevincine tanıklık eder. Normal zamanlarda olmaması gerekenler de yer alır bu meşhette. Bayram sevincine kimlerin, ne surette şahit olacağı hususunda Umm-u Atiyye’nin Allah Rasûlü’nden yaptığı nakle göre, fazla elbisesi olanlar olmayanlara verecek ve ergenliğe yaklaşan genç kızlar, özel hallerindeki kadınlar, evlerine kapanmış olanlar da Bayram namazı için musallaya çıkar. Bir farkla ki özel hallerinde olanlar namaz kılmadan safların en arkalarında durup bu en güzel hayra ve duaya şahit olur. Bayram sabahı bu büyük sevinç Doğu Türkistan’da başlar sırasıyla İslâmabad, Kabil, Bağdat, Şam, Mekke ve İstanbul’da yaşanıp Saraybosna’dan ötelere gider.
Bayram surûrdur. Çünkü Bayram sabahında camiler, farklı dil ve renkleri olduğu gibi alimle cahili, hamalla iş adamını aynı safta buluşturur. İnsan, uzun zaman görmediği ya da görmek istemediği kişiyle de aynı mekanı paylaşır. Sağında ya da solunda farklı sebeplerle kendine en uzak gördüğü insanlar da vardır ve onlara, “es-selâm-u aleyküm…” der. Evs’le Hazrec’i, Muhacir’le Ensar’ı, siyahla beyazı birleştiren ilahi irade, her bayram sabahı yeniden tecelli eder, “Sen yeryüzünde olan her şeyi infak etseydin, yine de onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah, onların aralarını bulup kaynaştırdı.”
Bayram sabahı camiler, Menaha’daki Peygamber musallâsına benzer. En önde erkekler, sonra çocuklar ve en arkada kadınlar… Melekler de bu saflara tanık olmak için yeryüzüne iner. Gün boyu gelir-giderler… Aslında onlar Hz. Adem daha yokken varlığımızın kirli noktalarına bakıp hilafetimize şöyle diyerek şerh düşmüşlerdi: “Bizler seni hamdinle tesbih ve takdis ederken yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılacaksın?” Sonra Kur’an-ı Kerîm halkalarında, Bayram namazı saflarında ruhlarımızın arınmış bölgelerine baktılar ve ilahi huzura varıp, yeryüzüne inip Ademoğlu’nu görmek, onunla aynı havayı soluklamak için izin istediler. Hâdise, insanın kendiyle birlikte taşıdığı meniye önce necaset gözüyle, ete ve kemiğe bürünüp çocuğu olunca da onu canından bir parça kabul edip en sevgili görmesine benziyor.
Hz. İbrahim kendisine gelen meleklere selamlaşmadan sonra kızartılmış bir buzağı takdim etmişti. Bayram sabahı müminler de meleklere, içerisinde her nevi ibadetin yer aldığı Ramazaniyelerini yanık bir yürek, münkesir bir gönülle en yüce huzura ulaştırmak üzere teslim ederler. Onlar, bizim adımıza yerden göklere yaşanan İslâm’ın haberini taşırlar. İşte o zaman enfüste ve afakta Bayram anlamına ulaşır ve işte o zaman müminler şu ayete muhatap olur: ‘Allah’ın lütfu ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler.”